Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması için Uluslararası Mücadele Günüydü 25 Kasım…
Tarihsel sürece baktığımızda bu önemli günün ardında, “Mirabel kardeşler” olarak bilinen üç kız kardeşin hazin ölüm hikayeleri yatar.
Dominik Cumhuriyeti’nde yaşayan Patria, Minerva, Maria Mirabel kardeşler ülkeyi diktatörlükle yöneten Rafael Trujillo yönetimine karşı mücadele halindelerdi.
Baskıcı Trujillo rejimine boyun eğmeyerek 1960 Haziran’ında Clandestina Hareketi’ni başlattılar.
Halkın desteğiyle tüm ülkeye yayılan bu hareket, rejime karşı bir tehdit olarak algılandı.
Mirabel Kardeşler’in mülklerine devlet tarafından el konuldu ve kendileri defalarca kez hapse atıldılar.
Ayrıca Trujillo yandaşları tarafından da birçok kez baskı ve tehdide uğradılar.
Bunlara rağmen mücadeleden yılmadılar.
Eşleri de birçok yaptırıma maruz kaldı; ama karılarının yanlarında durmaktan hiç vazgeçmedi.
Trujilo konuşmalarından birinde halka hitap ederken “Ülkenin en büyük iki sorunu kilise ve Mirabel kardeşlerdir.” ifadelerini kullanarak Onları açıktan hedef gösterdi.
Bu konuşmanın ardından vatan haini ilan edilen bu kadınların üzerindeki baskı giderek arttı.
Trujilo’nun konuşmasından tam 23 gün sonra 25 Kasım 1960’da, 3 kardeş, hapishanedeki kocalarını ziyaretten dönerken rejim yandaşlarının saldırısına uğradı.
Arabalarından zorla indirilen kadınlar tecavüze uğradıktan sonra sopalarla dövülerek öldürüldü.
Rejim yandaşları Mirabel Kardeşlerin cesetlerini uçurumdan aşağı atarak kaza süsü verdi. Ertesi gün bu olay manşetlere “araba kazası” olarak yansıdı.
Ancak halk daha çok ayaklandı.
Trujilo rejimi ise bu isyanı bastırmakta etkili olamadı.
Mirabel kardeşlerin ölümünden 6 ay sonra Rafeal Trujillo bir suikast sonucu hayatını kaybetti ve yaklaşık 2 yıl sonra Dominik Cumhuriyeti’nde halk demokratik bir seçimle kendi hükümetini seçti.
1981’de toplanan Latin Amerika Kadın Kurultayı 25 Kasım’ı Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü olarak ilan etti.
1999 yılında ise Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 25 Kasım tarihi “Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması için Uluslararası Mücadele Günü” olarak kabul edildi.
Görüleceği üzere sadece ülkemizde değil; dünya genelinde de kadınlar, pekçok dönem hayallerinden ve hayatlarından koparıldı.
Geçmişten günümüze…
Zamanlar değişse de kurgu aynı.
Fiziksel ve ruhsal olarak, kadın bedeni soldurulmakta.
Kadın kimliğinden dolayı insan sıfatları örselenmekte.
Meslek hayatımda da birçok örneğini gördüm.
Fiziksel ve ruhsal olarak şiddet gören nice kadının vekilliğini yaparken, onların dertlerine ortak olarak, nelerle mücadele ettiklerine bizzat şahit oldum.
Bir boşanma davası sırasında yargılamada bulunan kadın hâkime bile hiddetlenebilen erkeği de gördüm;
Bir ceza yargılamasında, ağlamaklı şekilde halini anlatmakta zorlanan kadının haline gülebilen erkek hâkimi de.
Hayattaki pozisyonları bambaşka olsa da, “bir kısım” erkeklerin zihniyeti aynıydı işte…
“Bir kısım” diyorum; çünkü insan gibi insan erkeklere değil elbette sözüm.
Sözüm; insanlığı bilmeyenlere...
Zira bir kış günü eşi tarafından çocuklarıyla birlikte sokak ortasına bırakılan bir annenin, çetin ama onurlu mücadelesi hala gözümün önünde.
Her türlü şiddete maruz kalıp, nihayetinde canından olan nice kadın gibi…
Şiddete eğilimli erkeklerin zihninde cinsiyet ayrımcılığı var.
Cahilin cürreti, okumuş olanın yozlaşmışlığı var…
Ahlâk ve merhamet yoksunluğu var.
Kadına karşı şiddet meselesi bu ülkenin gerçekten kanayan bir yarası…
O kadar çok acı var ki bu olayların derinliğinde…
Sosyolojik, ekonomik, hukuki boyutları var ayrı ayrı irdelenmesi ve çözüme kavuşturulması gereken.
Burada satırlar yetmez anlatmaya.
Ancak şunları söyleyebilirim ;
Her gün, bir kadının eşi veya erkek akrabası tarafından öldürüldüğü günümüzde, toplumsal cinsiyet eşitliği, kadına yönelik şiddetin önlenmesinin veya kadının toplumsal yaşamın bir parçası olabilmesinin temel koşuludur.
Kadına yönelik şiddet, bir insan hakkı ihlali ve bir ayrımcılık türüdür. (Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi; İstanbul Sözleşmesi)
Bu anlamda hukuki bağlayıcılığa haiz ilk uluslararası belge niteliğinde olan İstanbul Sözleşmesi temel alınarak hazırlanan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun da, aile içi şiddete maruz kalan eş ve çocuklar ile aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerini, tek taraflı ısrarlı takip mağdurlarını, mahkemece ayrılık kararı verilen veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı olan ya da evli olmalarına rağmen fiilen ayrı yaşayan aile bireylerini şiddete karşı korumaktadır.
Uluslararası sözleşmeler, 6284 sayılı Kanun ve ilgili tüm mevzuatlar, Kadına Yönelik şiddeti önlemeye yönelik olsa bile, uygulamadaki sorunların giderilmesi mühimdir.
Şiddet ortaya çıkmadan önce engellenmelidir.
Yasalara rağmen şiddetin önlenememesinin temel nedeni ise ülkemizde cinsiyet eşitliğinin zihinlere yerleşmemesidir.
Zira toplumsal cinsiyet eşitliğinin olmadığı bir yerde kadına yönelik şiddet engellenemez.
Bu gerçeği hiç unutmamalı ve gerekli önlemleri almalıyız.
Çünkü kadınlar yaşamak istiyor ;
Cinsiyet ayrımcılığıyla fiziksel ya da ruhsal olarak örselenmeden…
“Kadınlar çiçektir” vs. gibi yaftalara, “kadınlarımız” şeklinde aidiyet bildiren ifadelere ya da kendilerine tanınacak herhangi bir pozitif ayrımcılığa gerek görmeden…
Kadınlar “insan gibi yaşamak” istiyor sadece.
Hayallerini de, hayatlarını da kaybetmeden…
Av. Gülben Demircan Babaoğlu
Günün Sözü
“Kadınlar insandır. Biz erkekler ise insanoğlu…”
Neşet ERTAŞ