Yaşadığı dönemde çağının en önemli düşünürlerinden bir olarak yakın tarihimize adını yazdırabilmiş Fransız sosyolog Jean Baudrillard (1929-2007) “Tüketim Toplumu” adlı eserinde çarpık bir tüketim anlayışını ele almıştır. Ona göre gerçek ihtiyaçlar ile sahte ihtiyaçlar arasında ayrım artık ortadan kalkmıştır. Bireylerin tüketim mallarını satın alma dürtüsü, bir ihtiyaçtan ziyade bunları sergileme arzusundan kaynaklanmakta ve bu durum bir farklılaşma gereksinimi ve prestij kaygısı içermektedir. Sistem içinde tüketiciler toplumun tüketmeye programlı birer unsurudur. Bir bakıma onlar nicelik anlamında sınırlı; ancak toplumsal ihtiyaçlar noktasında sınırsız isteklerin kuşatması altındadır.
Günümüzde tüketimin ne denli başat bir rol üstlendiğini ve toplumları hangi düzeyde etkileyebildiğini ifade etmeye çalıştığım şu kısacık sosyolojik girişten sonra bu kez, konuya hukuksal anlamda yön vererek tüketicilerin yine kuşatma altında kalabildiği genel işlem koşulları ile bunların kötü kullanımına dönük yüzü olan haksız şartlardan bahsetmek istiyorum siz değerli okurlarımıza.
Borçlar Hukuku’nun genel prensibi, sözleşmelerle ilgili düzenlemelerin karşılıklı müzakereler sonucunda, serbest bir iradeyle gerçekleştirilmesidir. Ancak bazen hayatın hızlı devinimi, tarafların kafa kafaya verip, belli bir mutabakatla hazırlayabileceği bir sözleşme metininin oluşmasına imkân vermez. İleride çok sayıdaki benzer sözleşmede kullanmak amacıyla sadece düzenleyen tarafından, işin uzmanından yardım alınarak hazırlanan seri, tipik, standart nitelikteki sözleşmeler tüketicinin önüne sunulur ki bu yasada “Genel işlem koşulları” olarak tanımlanmıştır (6098 sy. Türk Borçlar Kanunu m. 20). Günümüzde özellikle seyahat, taşıma, bankacılık, sigortacılık gibi sektörlerde kullanılan bu türden sözleşmeler belirli bir standardın oluşmasına hizmet etme gayesi ile hazırlanmış genel işlem koşullarını içermektedir.
Ancak düzenleyicinin, yasanın emrettiği şartlar dahilinde ve dürüstlük kuralı çerçevesinde, tüketicinin menfaatine gölge düşürmeyecek bir biçimde sözleşmeyi tanzim etme yükümlülüğü olsa da sözleşme içeriği her zaman iyi niyetlerle düzenlenmemiş olabilir. Öyle ki bu durum tüketicinin, kendisi aleyhine tesis edilmiş bir metni gözden kaçırmasına ya da hazır sunum olduğu için sözleşme metnini mecburen o şekilde kabul etmesine yol açabilir.
Bu kapsamda; sözleşmeyi düzenleyenin bir fiili veya ihmali durumunda tüketicinin maddi manevi zarar görebileceği hallerde, düzenleyicinin yasal sorumluluğunu kaldıran, sınırlandıran ya da ölçüsüz şekilde sınırlandıran veya tüketicinin sorumlu kılınıp diğer tarafın sorumlu addedilmediği her türlü şart, haksız şarttır. 6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’ un 5. maddesinde bu durum tanımlanmıştır. Şöyle ki; “Müzakere edilmeden sözleşmeye dâhil edilen ve dürüstlük kuralına aykırı düşecek şekilde tüketici aleyhine bir sonuç doğuran, taraflar arasında da dengesizliğe sebep olan sözleşme şartları haksız şarttır ve kesin hükümsüzdür” denilmektedir. Yine Tüketici Sözleşmelerindeki Haksız Şartlar Hakkında Yönetmelik’te de bu durum teker teker ifade edilmiştir.
Yani genel işlem koşulları tüketici aleyhine bir husus ihtiva ettiğinde, bu maddeler daha önce kendisinden onay alınmış olsa bile birer haksız şart olarak kesin hükümsüzlük yaptırımına tâbi olacaktır.
Örneğin Bireysel Kredi ile Konut Finansmanı Kredisi Sözleşmesinin akdi faiz, vergi ve masraflar, hesaptan tahsilat yetkisi, kredi borcunun muacceliyeti, temerrüt hali ile sonuçları, bankanın rehin, takas, mahsup ve hapis hakkına ilişkin olarak sözleşme metninde geçebilecek; “her türlü ücret ve masrafı ödemeyi kabul ve taahhüt eder” şeklindeki beyanlar ile “bankanın, borcun tamamını muaccel kılmaya yetkili olduğunun kabul ve taahhüdü” ne yönelik bir kısım onay ifadeleri tüketiciyi daha baştan kısıtlayan birer haksız şart olarak karşımıza çıkabilmektedir.
Küreselleşen dünyada mevcut sıkıntılarla kuşatma altında olan tüketicinin korunması sorunu, Türkiye’de de her geçen gün varlığını hissettiren önemli bir konudur. Buna çözüm getirebilmek adına gönüllü tüketici grupları, meslek kuruluşları, hukukçu ve akademisyenler gibi konusunun uzmanı olan kişilerce yapılan kapsamlı çalışmalar meclis komisyonlarında da titizlikle ele alınmakta ve sonuçta bir takım yasal düzenlemeler hayata geçebilmektedir. TKHK ve ilgili yönetmeliklerle getirilen tüketiciyi koruyucu hükümler ile ek düzenlemeler, sergilenen bu gayretin neticeye giden en somut örnekleridir.
Hiç şüphesiz genel işlem koşullarıyla oluşturulan ve tüketicinin menfaatine uygun olmayabilen her durumun doğrudan birer haksız şart teşkil ettiği de söylenemez. Ancak esnek içerikli bir yasa hükmünün tüketici aleyhine kullanılmış olması birer haksız şarttır. Tıpkı turizm sektöründeki paket tur sözleşmelerinin belli günler kala iptal edilebilmesinde, kesintili de olsa para iadesi yapılabilmesine imkân tanıyan bir mevzuat hükmüne rağmen (Paket Tur Sözleşmeleri Yönetmeliği m.16 (3)), uygulamada maddenin, bazı firmalar eliyle tüketicinin tamamen aleyhine, hiç iade gerçekleştirilmeyecek bir forma dönüştürülmüş olması gibi.
Neticede taraflar arasındaki denge ve adaletin tesisi genel işlem koşullarının denetlenmesiyle mümkündür. Nitekim haksız şartların, sözleşme metinlerinden çıkarılması veya kullanılmasının önlenmesi için ne gibi tedbirlerin alınacağı hususu Yönetmeliğin 8.maddesinde “Denetim” başlığıyla belirtilmiştir. Buna göre re’sen veya şikâyet üzerine Ticaret Bakanlığınca gerçekleştirilecek denetim neticesinde sözleşme hükümleri haksız şart olarak tespit edildiğinde kesin hükümsüzlük yaptırımına tabi olacaktır.
Tüketicilerin korunmasına yönelik düzenlemeler bir tarafın aleyhine olabilecek hükümler doğurmamalı, olası kısıtlamalar ve kesintilerin de sınırı net olarak çizilmelidir. Sadece tüketici tarafından ileri sürülebilen haksız şartın geçersizliği, yargılamanın her aşamasında hâkim tarafından re’sen dikkate alınmalıdır. Yazılı olarak kurulan tüketici sözleşmelerinde, tüketicinin anlayabileceği açık ve anlaşılır bir dilin kullanılmış olması da önemlidir. Sözleşmede yer verilen bir maddenin açık ve anlaşılır olmaması veya birden çok anlama gelmesi durumunda bu hüküm, tüketicinin lehine yorumlanacaktır.
Sıkıntılı olan bir diğer konu da ilk derece mahkemesi ile yüksek yargı arasında zaman zaman gerçekleşebilen yorum farklılığıdır. Şöyle ki, bir uyuşmazlık söz konusu olduğunda sözleşmedeki kısıtlılık hallerini tüketici mahkemeleri tüketici aleyhine tesis edilmiş birer haksız şart olarak değerlendirebilirken, Yargıtay bu hükümleri tarafların ortak kararı olarak kabul edebilmektedir.
Bununla birlikte yine Yargıtay’ın benzeri bir diğer uyuşmazlık için tüketici eksenli karar verebildiği de görülmekte dolayısıyla çelişkili kararlar ortaya çıkabilmektedir (Düzenleyen tarafından sorumluluk kabul edilmeyeceğine dair sözleşme maddesinin haksız şart niteliğinde olduğuna yönelik, bkz; Yargıtay 13.HD. 2014/25789 E, 2015/15912 K). Sonuçta bu ikircikli hal en aza indirilerek hem tüketici hem de düzenleyici (satıcı, sağlayıcı, kredi veren vb.) taraf açısından bir denge sağlanmalıdır. Tüketicinin, konunun uzmanı olan kişiler eliyle hazırlanmış sözleşmeler karşısında, tecrübesizlikten ötürü zayıf bir pozisyona düşmemesi için kanun koyucu önlemler almalı, yasaların sınırını net olarak çizmelidir.
Anayasanın “Tüketicilerin Korunması” başlıklı 172. maddesindeki; “Devlet, tüketicileri koruyucu ve aydınlatıcı tedbirler alır, tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini teşvik eder” hükmünden hareketle vatandaşlar eğitilmeli, bu hususta maksimum düzeyde bir bilinç oluşturulmalıdır. Zira bilinçlilik durumu, tüketicilerin, genel işlem koşulları etrafına gizlenmiş hukuki tuzakları görebilmesi ve bunlara karşı haklarını arayabilmesi konusunda bir anlayış sağlar; haksız şartlarla mücadele etkinliğini geliştirir.
Tüketiciyi koruma özünde güven verme esasına dayandığından yasalar tüketicilere öncelikle güven vermeli, onlara özgür bir alan sunmalı ve yapılacak her düzenleme güçlü sermaye grupları için de birer denetim vasıtası olmalıdır.